Şimdi bu ülkenin yoksullarının birbirine kırdırıldığı lanetli bir mevsimden bir türlü geçemiyoruz.
Hakkari'de öldürülen gençlerin ardakalan fotograflarına bakarken burnumuzun direğini sızlatan, yüreğimizi mengene gibi sıkan bir şey de yüzlerindeki taşra-varoş masumiyeti. Yoksul ana-babalarının kınalı kuzuları. Kavruk melekler.
Esir alınan askerlerden birinin anası Kürtçe yakarıyor. 'Ben onu limon bahçelerinde büyüttüm' diye. Bir diğeri Arapça konuşuyor.
Dünyanın nimetlerine hep uzaktan, kapı aralığından bakarak yaşamış, çocuğunu büyütebilmek için başkalarının yükünü taşımış, mal gibi kamyonlara yüklenip tarım köleliği yapmış insanlar.
Onların canlarıyla kabadayılık yapan, kapıldıkları milli galeyanının sopası olarak o kavruk çocukları misliyle feda etmeye hazır insanların çığırtkanlığı karşısında sakin ama kararlı durmak zorundayız.
Onlar artık PKK hedefini de genişletip hazır Kuzey Irak'a girmişken Barzani'nin kellesini de istiyorlar. Türk'ün gücünü dünyaya göstermenin zamanı geldiğine inanıyorlar.
Güçten anladıkları memleketin her yanındaki müstakbel şehitler, korku, yılgınlık ve yoksulluğun daha beteri. (...)Aynı memleketi paylaşan insanları birbirlerine karşı kışkırtan, dünyaya ve Kürtlere bir ders vermenin yararlarından dem vuran medyamızın başındakilerin gazeteciliğin ilkelerini bir kez daha gözden geçirmesi gerekiyor. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Biliyoruz ve kaydediyoruz; yaptıkları, Güneydoğu'dan ölüm haberleri gelir gelmez sokakları dolduran kavruk bayrak satıcılarının girişimciliği kadar masum değil.
Barış gazeteciliğinin zamanıdır
Yıldırım Türker, Radikal, 28 Ekim 2007
No comments:
Post a Comment