Monday, October 29, 2007

"Hakikaten bunları da alın askere!!"

Bu Çığırtkanlar çok heveskârlar.
Şööyle hızlandırılmış üç haftalık eğitimlerle filan, bunlardan harekâtlarımızda, bizzat sahada, yararlanamaz mıyız yani? Dere tepe? Süper 1 Gönüllüler Ordusu Yaşar Paşam? Çok Ünlü Kişiler'den oluşan?
Ben de hem fikir vermenin sevindirikliğiyle, hem de Bu Savaşmaya Doyurulamayanlar Çorbası'nda tuzum olsun diye kendilerine 'Mantık' ve 'Nizam' dersleri vermeye hazırım hızlandırılmış eğitimleri süresince.
'Vicdan' diyorduk, 'empati', 'adalet duygusu' daha neler, neler. 'Sulh' filan hani. 'Evlat acısı'. Beyhude.
Onun bunun çocuğunun kanını kadeh kadeh içmelere doyamamak, tanımadığın evlere düşen ateş'ten kahramanlık manzumeleri attırmak kolay mı kolay. Basith mi bayağı.
Buyur; bizzat Sn. Savaş Borazancısı, seni de yollayıverelim askere. Git al cephenin ölçüsünü. Duy ölümün kokusunu. Burnunun direğinde.

Perihan Mağden, Radikal, 28 Ekim 2007

Saturday, October 27, 2007

"Barış gazeteciliğinin zamanıdır"

Şimdi bu ülkenin yoksullarının birbirine kırdırıldığı lanetli bir mevsimden bir türlü geçemiyoruz.
Hakkari'de öldürülen gençlerin ardakalan fotograflarına bakarken burnumuzun direğini sızlatan, yüreğimizi mengene gibi sıkan bir şey de yüzlerindeki taşra-varoş masumiyeti. Yoksul ana-babalarının kınalı kuzuları. Kavruk melekler.
Esir alınan askerlerden birinin anası Kürtçe yakarıyor. 'Ben onu limon bahçelerinde büyüttüm' diye. Bir diğeri Arapça konuşuyor.
Dünyanın nimetlerine hep uzaktan, kapı aralığından bakarak yaşamış, çocuğunu büyütebilmek için başkalarının yükünü taşımış, mal gibi kamyonlara yüklenip tarım köleliği yapmış insanlar.
Onların canlarıyla kabadayılık yapan, kapıldıkları milli galeyanının sopası olarak o kavruk çocukları misliyle feda etmeye hazır insanların çığırtkanlığı karşısında sakin ama kararlı durmak zorundayız.
Onlar artık PKK hedefini de genişletip hazır Kuzey Irak'a girmişken Barzani'nin kellesini de istiyorlar. Türk'ün gücünü dünyaya göstermenin zamanı geldiğine inanıyorlar.
Güçten anladıkları memleketin her yanındaki müstakbel şehitler, korku, yılgınlık ve yoksulluğun daha beteri. (...)

Aynı memleketi paylaşan insanları birbirlerine karşı kışkırtan, dünyaya ve Kürtlere bir ders vermenin yararlarından dem vuran medyamızın başındakilerin gazeteciliğin ilkelerini bir kez daha gözden geçirmesi gerekiyor. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Biliyoruz ve kaydediyoruz; yaptıkları, Güneydoğu'dan ölüm haberleri gelir gelmez sokakları dolduran kavruk bayrak satıcılarının girişimciliği kadar masum değil.

Barış gazeteciliğinin zamanıdır

Yıldırım Türker, Radikal, 28 Ekim 2007

Friday, October 26, 2007

Ölü PKK'lı fotografları aranıyor!

Halk öldürülen PKK’lıların fotoğraflarını görmek istiyor. Bunlar can havliyle kaçarken bütün ölülerini, bir tane bırakmadan nasıl taşıyabiliyorlar, yok mu bir fotoğraf şehit analarına gösterecek?

Ruhat Mengi, Vatan, 26 Ekim 2007

Fotograf yetmez Ruhat Hanım, bence PKK'lıların cenazelerini (siz "leş" demeyi tercih edersiniz herhalde) getirip Taksim meydanında sergilesinler, siz de gidip tekmeleyin ölmüş insanları, ne bileyim tükürün filan, belki o zaman içiniz soğur. Onların anaları yok tabii; onlar ağaç kovuğundan çıkmışlar.

Allah'ım sen aklımı koru! Toplumsal cinnet tam da bu işte.

Aynı minvalde, geçen gün de Serdar Turgut şöyle yazıyordu:

İçinde bulunduğumuz koşullar gayri-nizami savaş koşullarıdır. O yüzden bazı kuralları geçici de olsa bir yana bırakmak, askıya almak gerekiyor. (...) bu kadar fazla şehit verdikten ve üstüne üstlük askerimiz kaçırıldıktan sonra buna hakkımız da doğdu. O nedenle Avrupa ne der diye sızlanacaklar hiç üzülmesinler. (...) Bugün dokunulmazlık sağlanmış, devlet güvencesi verilmiş tercrübeli insanların savaş bölgesine gönderilmesi zamanıdır. Acı verene acı vermek gerekiyor. Dolayısıyla acımasız insanlara ihtiyaç var. Bu insanlardan devletin elinde mutlaka olması gerekir. Ordu sorumluluğunu almadan onları operasyona çıkarmalıyız, insan hakları ve acıma duyguları karşı tarafın hareketleri nedeniyle ortadan kalkmıştır. (...) Onu yaparsak şu ne der, bu ayıp mı olur diye düşünemeyecek ortamdayız. Türkiye'de gerekeni acımasızca yapacak, teröristin kalbine korku saçacak savaşçılar vardır. (...) Sonra konuşan çıkarsa onlar da bir şekilde cevaplanır veya cevaplanmaz pek önemli değil. (...)
Türk insanı bazı kuralların yeniden yazılmasına destek vermeye hazır. Kanun biziz diyeceğiz yani. Tecrübeli eski kadrolara sorun ne yapılması gerektiğini, çağırın hepsini devlet görevine ve koruyun onları. Hepsi seve seve koşarak gelirler.
Bu ülke o şehitlerin hesabını mutlaka sorar. Öyle ya da böyle.

Akşam, 23 Ekim 2007

Bu yazının Türkçesi şudur: Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Haluk Kırcı, Oral Çelik, Mahmut Yıldırım gibi, o kafadaki, o yapıdaki insanlara dokunulmazlık verelim ve o bölgeye gönderelim; onlar ne yapılacağını, PKK'yla nasıl başa çıkılacağını bilirler. Sonrası Allah kerim.

Ertuğrul Özkök, Ruhat Mengi, Serdar Turgut... Türk basınının üç önemli gazetesinin üç önemli yazarı. Cahil değiller, aptal değiller, ama onların da kafası böyle çalışıyor. Çoğunluk da onlarla aynı fikirde olduğuna göre, Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu durum hiç şaşırtıcı değil. Daha çok insan ölür, çok Türk, çok Kürt, çok genç ölür bu topraklarda. İki taraf da bu sorunu şiddetle çözmeye bu kadar kararlı oldukça, daha çok cenaze kalkar, çok ocak söner.

Tuesday, October 23, 2007

Yine de Şahlanıyor Amman Editör Başının Kır Atı

Üç beş F-16, otuz kırk sorti; neticesi yirmi yıl geriye gitmiş bir Kuzey Irak'tır.
Karşımıza Amerikan F-16'ları mı çıkacaktır?
Çıkarsa, onlar bilir.
Bir İran, artı bir Suriye...
Üzerine bir Rusya ekleyin.
Ta Afganistan'a kadar uzanan bir coğrafya çıkar karşınıza.
Buna, şimdi senden nefret eden eski arka bahçen Latin Amerika'yı ekle.
Kala kala, her olayda nötr kalan bir Avrupa...
Bunu sadece biz değil, 14 bin kilometre ötedeki Amerika da düşünmelidir.

Bunları söyleyen, bir kahvede ya da internet cafe'de atıp tutan sıradan bir kızgın vatandaş değil; Türkiye'nin en önemli gazetesinin genel yayın yönetmeni. 

Ertuğrul Özkök bir nedir ya? Aklı başında, okumuş-yazmış, dünya politikasından anlayan  bir insan nasıl bu lafları söyleyebilir? Hadi diyelim bir öfkeyle evinde, bir dost meclisinde filan söyledi. Kimbilir kaç kişinin okuyup ciddiye alacağı, ebediyen arşivlerde kalacak böyle bir yazıyı nasıl yazar?

Bilgisayarda oyun mu oynuyorsun be adam? İki düğmeye basıp sanal uçak gönderir gibi, nasıl rahat söylüyor: "üç beş F-16, otuz-kırk sorti". Kurşun asker mi gönderiyorsun Kuzey Irak'a? Hadi peki anladık, iki taraftan da ölecek insanlar umurunda değil; bu işin sonu gerçekten senin yazdığın gibi mi olur, yoksa Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en korkunç batağına mı saplanır, bunu hiç düşünmüyor musun?

Bugün de şöyle yazmış:

Ülkemiz artık savaş düzenindedir.
Savaş bize bir süre için gözyaşından başka bir şey vaat etmeyebilir.
Evlatlarımızı, yakınlarımızı kaybedebiliriz.
Katlanacağız.
Sabredeceğiz.
Türk’ün sabırla imtihanından muzaffer bir millet olarak çıkacağız.

Sanki Winston Churchill mübarek, bize sadece kan ve gözyaşı vadediyor.

Ertuğrul Özkök aptal bir adam değil, malum. Öyleyse bu deli saçması yazıları başka bir amaçla mı yazıyor? Niyeti bir sıkıyönetimi meşru göstermek, insanlara "bu hükümet terörle başa çıkamadı, iş askere kaldı, mecburen demokrasiyi bir süre askıya alacağız artık" dedirtmek mi? Bütün bu savaş çığırtkanlığının asıl amacı, "uzlaşın da başörtülü bir first lady'miz olmasın" diye o kadar ısrar edilip yine de söz dinlemeyen Ak Parti'den kurtulmak mı?

Yine de şahlanıyor aman
Editör Başının yandım da kır atı
Görünüyor yandım aman
Bize serhat yolları
Görünüyor yandım aman
Bize sefer yolları

Monday, October 22, 2007

Bugün

İnsanın içi daralıyor. O kadar.

Monday, October 15, 2007

Ne şekeri ya?!

Mehmet Yakup Yılmaz Bey buyurmuşlar ki, "Şeker Bayramı"yla Ramazan Bayramı aynı şeymiş ve sadece gerici-dinci kafalar bu ayrıma dikkat edermiş.

Ne abuk sabuk isim, "Şeker Bayramı". Kurban Bayramına da "Et Bayramı" mı diyeceğiz? Hristiyan ülkelerde Noele "Çam Ağacı Bayramı", "Hindi Bayramı" filan gibi saçma sapan adlar takılıyor mu?

Beni asıl sinirlendiren, benim gibi Müslüman bile olmayan ve bunu açıklamaktan çekinmeyen insanların bu Müslümanlığı kimseye kaptırmayan "laik-Kemalist-liberal-eski solcu-yeni sağcı", yani ne idüğü belirsiz tiplere karşı İslam adetlerini savunmak zorunda kalması.

Kardeşim, Ramazan-mamazan sizin için önemli değilse, bayram sizin için sadece tatil demekse, şahsen benim için hiç sakıncası yok. Ergenlik yıllarımdan beri oruç tutmuş değilim, hayatımda tek bir rekat namaz kılmadım, hiç Arapça dua bilmem. Ama müsaadenizle, bu kutladığımız bayram dini bir bayramdır ve adı Ramazan Bayramıdır, onu bilirim. Bunun laiklikle, cumhuriyetle filan ilgisi yoktur, bu geleneksel bir isimdir. Eğer bu dini bayrama gıcıksanız kutlamazsınız; ama lütfeder, "siyaseten doğru"culuk yapar, çenenizi tutar, kimsenin inancına ve kutladığı bayrama da karışmazsınız. Çünkü medeniyet, demokrasi ve laiklik bunu gerektirir.

Sunday, October 07, 2007

Çok iğrenç

Resmen midem bulanıyor. Bu ne saçma sapan, ne anlamsız, ne seviyesiz bir tartışma biçimidir.

Yok Şerif Mardin'in konuşmak istemediği özel hayatı mıymış ona Ayşe Arman röportajındaki bazı sözleri söyleten, kimmiş acaba bu bahsetmek istemediği esrarengiz kadın, filanca olmasınmış; yok Ergun Özbudun hangi meslektaşıyla yıllardır evlilik dışı aşk yaşıyormuş haberimiz var mıymış...

Yani insaf be. Bu çamur atmaya, çirkefe bulaştırmaya çalıştığınız insanlar bu ülkenin en saygın, en üretken beyinleri arasında. Hadi diyelim onlara saldırmak için kendinize göre bir takım kifayetsiz muhteris nedenleriniz var; bu dört kişiyi karalamak için bula bula bacak arası meselelerini mi buldunuz? Bu kadar çirkinleşebilmek için kaç yıl uğraştınız?

Nur Çintay'ın dediği gibi,

Ama herkesin edep anlayışı başka.

Boğaziçi'nde hocam olan Nilüfer Göle anlatırdı: Mühendisler ve İdeoloji kitabını yazdığı zaman, "Nilüfer bir mühendise aşık oldu herhalde" yorumunu yapan süper-zekalar çıkmış. Bu kadar işte bazılarının ufku. İster sonradan olma laik, ister İslamcı, ister sözde liberal olsunlar: hamur aynı, anlayış aynı, üslup aynı. 

Wednesday, October 03, 2007

Vatan Sağolsun!

Gerçekten, Vatan Gazetesi sağolsun. Onlar haber yapmasa, ben Profesör Ahmet Ercan'ın web sitesindeki bu incileri nereden görecektim:

AHMET ERCAN KİMDİR ?

Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN

Ben, Atatürkçü, ulusalcı, bilimgüder (laik) Egeli bir Türküm. (...)

Araştırma ile yayınlarımı profesör olduktan sonra olabildiğince Türkçe yayınladım, ulusum Türkçe konuştuğu için. Bu nedenle depremci arkadaşlarımda, neden İngilizce yapmıyor diye eleştiri koyarlar. Oysa depremler Londra’da değil İzmir’de, Gölcükte, Bingöl’de oluyor. 35 yıldır Türk dili araştırmaları yapıyorum. Bu konuda 3 sözlüğüm çıktı, 4.sü baskıda. Sigara, içki içmem.

Övgün, takma adımdır. Ahmet Arapça adımın Türkçesidir. 2004 yılından beri kullanıyorum.

ALIŞKANLIĞI

Sigara ve tütün ürünleri içmez ,içirtmez. Saydam çekimi, Ekinsel geziler, Dalında aydınlatıcı bildiri ile betik (kitap) yazma, konuşmalar verme. Türk dili araştırmaları yapma. Cumhuriyet Gazetesi okuma. Her gün 25 zeytin yeme. Sıkıldığında Beşiktaş-Üsküdar arası Boğaz’da motor gezisi yapma. Denizcilik İşletmelerinin gemileri ile İstanbul içi ve dışı geziye katılma. Adaları gezme, Balık pazarını dolaşma. Yemek yapma. İşini ertelemez. Başarısız kimselerle, çilim(sigara) ile içki içenlerle,Türklüğü yerenlerle arkadaşlık yapmaz. Ağaç dikmeyi, çiçek bakımını sever. Bağımsızlık yürüyüşünü söylemeyi çok sever. Katıksız Atatürkçüdür.

No comment!

Pardon, yorum var aslında: Türk diline bu kadar kafayı takmış sayın prof, "de"leri ayrı yazmayı ve kesme işaretini kullanmayı beceremiyor anlaşılan. (Bakınız yukardaki "depremci arkadaşlarımda" ve "Gölcükte" örnekleri.)

Bana müsaade, gideyim de göbek adım olan Zeynep'in Türkçesi neymiş, "betiklerden" araştırayım. (Web sitesine göre sayın profun "yazgaları" da varmış, onlardan da araştıracaktım ama, TDK'nın sözlüğü "yazga sözü bulunamadı" diye tersledi beni.) Ay ne o öyle banal banal Arap isimleri hakikaten, hiç yakışmıyor Atatürk Türkiyesi'ne. Çocuklarımıza böyle adlar takmaya devam edersek, değil Malezya, Suudi Arabistan bile, İran bile oluruz şekerim.

Bu arada, Mustafa Kemal'in Türkçesini bilen var mı?